Joseph Smith—Tarihi
Peygamber Joseph Smith Tarihi’nden Seçilmiş Bölümler
1. Bölüm
Joseph Smith atalarından, aile üyelerinden ve onların ilk yerleştiği yerlerden bahseder—New York Eyaleti’nin batı kesiminde din hakkında olağan dışı bir coşku yaygınlaşır—Joseph, Yakup tarafından yönlendirildiği gibi bilgelik aramaya karar verir—Baba ile Oğul görünür ve Joseph peygamberlik hizmetine çağrılır. (1–20 ayetler.)
1 İsa Mesih’in Son Zaman Azizler Kilisesi’nin yükselişi ve ilerlemesiyle ilgili olarak, kötü niyetli ve sahtekar kişiler tarafından dolaşıma sokulan birçok haber yüzünden, bunların hepsi bir Kilise olarak, Kilise’nin karakterine ve dünyadaki ilerlemesine karşı engel oluşturmak amacıyla bu haberlerin yazarları tarafından tasarlanmıştır ki, kamuoyunu yanlış düşüncelerden vazgeçirmek ve hakikati sorgulayan tüm araştırmacıların hem benim hakkımda hem de Kilise hakkında olan gerçekleri olduğu gibi, bu tür gerçekleri bildiğim kadarıyla görmelerini sağlamak için bu tarihi kaydı yazmaya teşvik edildim.
2 Bu tarihi kayıtta, şimdi sözü edilen Kilise’nin kuruluşundan sonraki sekizinci yılda [1838], bu Kilise ile ilgili çeşitli olayları, doğru ve dürüst bir şekilde, meydana geldikleri şekilde ya da halihazırda var oldukları şekliyle sunacağım.
3 Ben, Rabbimiz’in yılı bin sekiz yüz beşte, aralık ayının yirmi-üçüncü günü, Vermont Eyaleti’nde, Windsor Vilayeti’nin Sharon kasabasında doğdum. … Babam, büyük Joseph Smith, ben onuncu yaşımdayken ya da o zamanlarda, Vermont Eyaleti’nden ayrılıp New York Eyaleti’nde bulunan Ontario (şimdi Wayne) Vilayeti’ndeki Palmyra’ya taşındı. Babam, Palmyra’ya gelişinden yaklaşık dört yıl sonra, ailesiyle birlikte Ontario’nun aynı vilayetindeki Manchester’a taşındı.
4 Onun ailesi on bir candan oluşuyordu, yani babam Joseph Smith, annem Lucy Smith (evlenmeden önceki soyadı Mack idi, Solomon Mack’ın kızıydı), ağabeylerim Alvin (19 Kasım 1823’te 26 yaşındayken öldü), Hyrum, ben, erkek kardeşlerim Samuel Harrison, William, Don Carlos ve kız kardeşlerim Sophronia, Catherine ve Lucy.
5 Manchester’a taşındıktan sonraki ikinci yıl içinde bir süre, yaşadığımız yerde din konusunda sıra dışı bir coşku vardı. Metodistler ile başladı, ancak kısa süre içinde ülkenin bu bölgesindeki bütün mezhepler arasında yayıldı. Nitekim, ülkenin bütün bu bölgesi bundan etkilenmiş gibi görünüyordu ve büyük kalabalıklar, halkın arasında küçümsenmeyecek bir karışıklık ve bölünme oluşturan farklı dini gruplarla birleştiler; bazıları “Gerçek din işte burada!” ve diğerleri ise, “Gerçek din işte orada!” diye bağırıyordu. Bazıları Metodist inancı için, bazıları ise Presbiteryen inancı için, bazıları da Baptist inancı için çekişiyordu.
6 Çünkü, bu farklı inançlara dönenlerin Rab’be döndükleri zaman ifade etmiş oldukları büyük sevgiye rağmen ve herkesi inanca döndürmek için bu dini duyguların sıra dışı sahnesini canlandırmada ve teşvik etmede aktif rol alan ilgili din adamları tarafından sergilenen büyük coşkuya rağmen, onlar hoşlarına gittiği şekilde inanca döndürmek adını verdikleri bu harekete, bırakın herkes hoşuna giden mezhebe katılsın derken, yine de bu inanca dönmüş insanlar sıra sıra onlardan ayrılmaya başlayıp bazıları bir gruba ve bazıları da başka bir gruba katıldığında, hem rahiplerin hem de inanca dönmüş olan bu insanların görünüşte iyi olan duygularının gerçek olmaktan ziyade sahte olduğu görülüyordu; sonuç olarak ortaya büyük bir kafa karışıklığının ve kötü duyguların bir manzarası çıkmıştı; rahip rahibe karşı ve Rab’be dönenler Rab’be dönenlere karşı mücadele ediyordu; böylece birbirlerine karşı olan iyi hisleri, eğer iyi hisleri varsa, söz kavgalarında ve fikirler ile ilgili çekişmelerde tamamen kaybolup gidiyordu.
7 Ben bu zamanlarda on beşinci yaşımdaydım. Babamın ailesi Presbiteryen inancına döndürüldü ve onlardan dördü bu kiliseye katıldı; yani annem Lucy, ağbim Hyrum ile kardeşim Samuel Harrison ve kız kardeşim Sophronia.
8 Bu büyük coşku zamanında, zihnim ciddi düşüncelere ve büyük bir huzursuzluğa yönlendirildi; ancak hislerim derin ve çoğu zaman kuvvetli olmasına rağmen, yine de kendimi bütün bu gruplardan uzak tuttum; buna rağmen onların çeşitli toplantılarına şartlar el verdiği ölçüde katıldım. Zaman geçtikçe, aklımdan Metodist mezhebini az çok beğeniyor ve onlara katılmak için biraz istek duyuyordum; ama farklı tarikatlar arasındaki kafa karışıklıkları ve kavgalar o kadar büyüktü ki, benim gibi genç olan ve insanları ve olayları o kadar iyi tanımayan birisinin, kimin doğru ve kimin yanlış olduğu konusunda kesin bir sonuca varması imkansızdı.
9 Yaygaralar ve kargaşalar o kadar büyüktü ve kesintisizdi ki bazen aklım aşırı heyecana kapılıyordu. Presbiteryenler, en çok Baptistler’e ve Metodistler’e karşı kararlıydılar ve onların hatalarını ispatlamak için ya da en azından insanlara onların hatalı olduklarını düşündürmek için, gerek mantığın gerekse sofistliğin tüm güçlerini kullanıyorlardı. Öte yandan, Baptistler ve Metodistler kendi taraflarında, kendi inançlarını kabul ettirmek ve diğer tüm inançların yanlış olduğunu kanıtlamak için gösterdikleri çabalarda aynı derecede hevesliydiler.
10 Bu söz savaşlarının ve fikir uğultularının ortasında, kendi kendime çoğu kez şöyle söyledim: Ne yapılması gerekiyor? Bütün bu gruplar arasında kim doğru; yoksa hepsi birlikte mi yanlış? Eğer onlardan herhangi biri doğruysa, doğru olan hangisi ve ben bunu nasıl bileceğim?
11 Bu aşırı dinci grupların çekişmelerinden kaynaklanan büyük zorlukların altında mücadele verirken, bir gün Yakup’un Mektubu’nu, birinci bölümü ve beşinci ayeti okuyordum, şöyle diyordu: Eğer içinizden birinin bilgeliği eksikse, tüm insanlara cömertçe ve azarlamadan veren Tanrı’dan istesin ve kendisine verilecektir.
12 Hiçbir kutsal yazı pasajı bir insanın kalbini asla, bu zamanda benim kalbimi etkileyen bu sözlerden daha güçlü bir şekilde etkilememişti. Bunun kalbimdeki her duyguyu büyük bir güçle etkilediği görülüyordu. Bunun üzerinde defalarca düşünüp taşındım ki, eğer herhangi birisinin Tanrı’dan bilgeliğe ihtiyacı varsa, buna ihtiyacım olduğunu biliyordum; çünkü nasıl hareket edeceğimi bilmiyordum ve o zaman sahip olduğumdan daha fazla bilgelik elde edemezsem, nasıl hareket edeceğimi asla bilemeyecektim; çünkü farklı mezheplerin din öğretmenleri aynı kutsal yazı pasajlarını, soruyu Kutsal Kitap’a başvurarak çözme konusundaki tüm güveni yok edecek kadar farklı anlıyorlardı.
13 Uzun zaman sonra, ya karanlıkta ve kafa karışıklığı içinde kalmam gerektiği ya da Yakup’un yol gösterdiği gibi yapmam gerektiği, yani Tanrı’dan istemem gerektiği sonucuna vardım. Sonunda, eğer Tanrı bilgelikte eksiği olanlara bilgelik verdiyse ve bunu cömertçe ve azarlamadan veriyorsa, bunu yapmaya cesaret edebilirim sonucuna vardığım için “Tanrı’dan istemeye” karar verdim.
14 Bu yüzden, buna uygun olarak, Tanrı’dan isteme kararım doğrultusunda, girişimde bulunmak üzere ormana çekildim. Bin sekiz yüz yirmi baharının başlarında güzel, pırıl pırıl bir günün sabahıydı. Bütün endişelerimin ortasında, daha önce asla sesli olarak dua etmeyi denemediğim için hayatımda ilk kez böyle bir girişimde bulunuyordum.
15 Daha önce gitmeyi planlamış olduğum yere çekildikten sonra ve etrafıma bakınıp yalnız olduğumu fark ettikten sonra diz çöktüm ve kalbimdeki arzuları Tanrı’ya sunmaya başladım. Dua etmeye henüz başlamıştım ki, birden beni tamamen zapteden bir güç tarafından sıkıca sarıldım ve üzerimde dilimi bağlayacak kadar öylesine şaşırtıcı bir etkisi oldu ki bu yüzden konuşamıyordum. Etrafımı koyu bir karanlık kapladı ve bir an için bana sanki aniden yok olmaya mahkum edilmişim gibi geldi.
16 Ancak, bütün gücümü kullanarak Tanrı’ya beni sıkıca saran bu düşmanın gücünden kurtarması için yakardığımda ve tam da umutsuzluğa düşmeye ve kendimi yok olmaya terk etmek üzere hazır olduğum o anda, hayali bir yıkıma değil, ama kendimi daha önce hiçbir varlıkta hissetmediğim kadar olağanüstü bir güce sahip olan ve görünmeyen dünyadan gelen gerçek bir varlığın gücüne terk etmeye hazır olduğum anda, tam bu büyük korku anında, başımın tam üzerinde yukarıda, güneşin parlaklığından daha parlak olan, üzerime düşünceye kadar yavaş yavaş alçalan bir ışık sütunu gördüm.
17 Işık sütunu görünür görünmez, beni bağlı tutan düşmandan kurtarıldığımı fark ettim. Işık benim üzerimde durduğunda, tarif edilemeyecek parlaklığı ve görkemi ile iki Yüce Şahsiyet’in üzerimde havada durduklarını gördüm. Onlardan biri beni adımla çağırarak, bana konuştu ve diğerini göstererek: “Bu Benim Sevgili Oğlum. O’nu Dinle!” dedi.
18 Rab’be sormaya gidişimin amacı, hangi mezhebe katılmam gerektiğini bilebilmem için bütün mezhepler arasında hangisinin doğru olduğunu bilmekti. Bu sebeple, konuşabilecek kadar kendime gelir gelmez, üzerimde ışığın içinde duran bu Yüce Şahsiyetler’e, bütün mezhepler arasında hangisinin doğru olduğunu (çünkü o zamanlar bütün mezheplerin yanlış olduğu hiçbir zaman yüreğime girmemişti) ve hangisine katılmam gerektiğini sordum.
19 Onlardan hiçbirine katılmamam gerektiği cevabını aldım, çünkü hepsi yanlıştı; ve bana hitap eden Yüce Şahsiyet, onların bütün inançlarının kendi gözünde iğrenç olduğunu söyledi; bu inandıklarını iddia eden insanların hepsinin yozlaşmış olduğunu söyledi, öyle ki: “Onlar bana dudaklarıyla yaklaşırlar, ama yürekleri benden uzaktır; insanların emirlerini öğretiler olarak öğretirler ve Tanrı’ya bağlıymış şekline sahip gibi görünürler, ama bu bağlılığın gücünü inkar ederler” dedi.
20 O bana tekrar bu tarikatlardan herhangi birisine katılmamı yasakladı; ve bana şu anda yazamayacağım başka birçok şey söyledi. Tekrar kendime geldiğimde, kendimi sırtüstü yatarken ve gökyüzüne bakarken buldum. Bu ışık gittiğinde, hiç kuvvetim kalmamıştı; fakat çok geçmeden, biraz kendime gelir gelmez, eve gittim. Ve ben şömineye yaslanmış dururken, annem sorunun ne olduğunu sordu. “Merak etme, her şey yolunda, yeterince iyiyim” diyerek cevap verdim. Sonra anneme, “Presbiteryenliğin doğru olmadığını kendim öğrendim” dedim. Görünüşe bakılırsa düşman, hayatımın çok erken bir döneminde, kaderimde onun krallığını karıştırıp rahatsız edecek bir kişi olduğumun farkındaydı; yoksa karanlığın güçleri bana karşı neden birleşsin ki? Neden bana karşı düşmanlık ve zulümler vardı ki, neredeyse bunlar çocukluk yıllarımda ortaya çıkmıştı?
Bazı vaizler ve dine inandıklarını iddia eden diğer insanlar İlk Görüm’ün beyanını reddederler—Joseph Smith’in üzerine yığılan zulümler artar—Joseph Smith, görümün gerçek olduğuna tanıklık eder. (21–26 ayetler.)
21 Bu görümü gördükten birkaç gün sonra, daha önce bahsedilen dinsel coşku zamanında çok aktif bir rol alan Metodist vaizlerden birisiyle tesadüfen bir araya geldim ve onunla din hakkında sohbet ederken, ona gördüğüm görümü anlatma fırsatını yakaladım. Onun tutumuna çok şaşırdım; anlattıklarımı sadece hafife almadı, ama aynı zamanda büyük bir aşağılamayla, bu görümün tamamen şeytandan geldiğini, bugünlerde görümler veya vahiyler gibi şeylerin olmadığını, bütün bu şeylerin havarilerle birlikte bitmiş olduğunu ve bunların bir daha asla olmayacağını söyledi.
22 Ancak kısa bir süre sonra, benim bu hikayeyi anlatmamın, dine inandıklarını iddia edenlerin arasında bana karşı oldukça fazla önyargı uyandırdığını ve sürekli artan büyük zulmün nedeni olduğunu gördüm; ve ben sadece on dört ve on beş yaşları arasında bilinmeyen bir çocuk olmama rağmen ve hayattaki koşullarım bir erkek çocuğunu bu dünyada böyle önemsiz biri yaptığı halde, yine de yüksek mevkilerdeki insanlar, halkın düşüncelerini bana karşı kışkırtmak ve şiddetli bir zulüm yaratmak için yeterli dikkati gösterdiler; ve bu bütün mezhepler arasında yaygındı; hepsi bana zulmetmek için birleşmişti.
23 Bu bende o zaman ciddi düşüncelere sebep oldu ve o zamandan beri de sık sık sebep olmaktadır ki, on dört yaşından biraz büyük olan ve aynı zamanda yoksulluk içinde rızkını her gün kendi elinin emeğiyle çıkarmak zorunda olmaya mahkum edilen sıradan bir erkek çocuğunun o günlerde en popüler tarikatlardaki büyük insanların dikkatini çekmesi ve bu suretle onların içinde en acı zulüm ve hakaret ruhunu yaratacak kadar yeterince önemli bir şahsiyet olarak düşünülmesi çok garip bir şeydi. Ama garip olsun veya olmasın, bu böyleydi ve benim için sık sık büyük üzüntülerin sebebiydi.
24 Bununla birlikte, bütün bu şeylere rağmen, bir görüm gördüğüm gerçekti. O zamandan beri, birçok yönden Pavlus’un Kral Agrippa’nın önünde savunmasını yaparken ve bir ışık görüp bir ses duyduğu zaman görmüş olduğu görümün hikayesini anlatırken hissettiği gibi hissettiğimi düşünüyorum; ancak buna rağmen ona inanan çok az kişi vardı; bazıları onun sahtekar olduğunu söylerken, başkaları ise onun deli olduğunu söylüyorlardı; ve onunla alay edilmişti ve ona sövüp sayılmıştı. Ancak bütün bunlar onun gördüğü görümün gerçek olduğunu ortadan kaldırmamıştı. O bir görüm görmüştü, bunu gördüğünü biliyordu ve göğün altındaki zulümlerin hiçbiri bunu değiştiremezdi; ve ona ölünceye kadar zulmetmeleri gerekse de, o yine biliyordu ve en son nefesine kadar da bilecekti ki, hem bir ışık görmüştü hem de kendisiyle konuşan bir ses duymuştu ve dünyadaki hiç kimse ona bunun aksini düşündüremez ya da inandıramazdı.
25 Bu benim için de böyleydi. Gerçekten bir ışık ve o ışığın ortasında iki Yüce Şahsiyet gördüm ve Onlar gerçekten benimle konuştular; ve her ne kadar bir görüm gördüğümü söylediğim için benden nefret edilse ve bana zulmedilse de, bu yine de doğruydu; ve böyle söylediğim için insanlar bana zulmederken, bana hakaret ederken ve yalan yere bana karşı her türlü kötü sözleri söylerken, kalbimden şunu söylemeye yönlendirildim: Gerçeği söylediğim için neden bana zulmediyorsunuz? Gerçekten bir görüm gördüm ve ben kimim ki Tanrı’ya karşı gelebileyim veya dünya neden benim gerçekten gördüğüm bir şeyi bana inkar ettirebileceğini düşünüyor? Çünkü bir görüm görmüştüm; bunu biliyordum ve Tanrı’nın da bunu bildiğini biliyordum ve ben bunu inkar edemezdim ve bunu yapmaya da cesaret etmedim; en azından, böyle yaparak Tanrı’yı gücendireceğimi ve suçlu duruma düşeceğimi biliyordum.
26 Zihnim mezhepler dünyası söz konusu olduğunda, artık bir yere kadar tatmin olmuştu: Benim görevim bunlardan herhangi birisine katılmak değildi, ama Tanrı tarafından daha çok yönlendirilinceye kadar olduğum gibi devam etmekti. Yakup’un, bilgelikte eksiği olan bir insanın Tanrı’dan bilgelik isteyebileceğine ve bunu elde edebileceğine ve azarlanmayacağına ilişkin tanıklığının doğru olduğunu anlamıştım.
Moroni, Joseph Smith’e görünür—Joseph’ın adı bütün ulusların arasında iyi ve kötü olarak bilinecektir—Moroni ona Mormon Kitabı’ndan ve Rab’bin yaklaşan yargılarından bahseder ve birçok kutsal yazıdan alıntı yapar—Altın levhaların saklandığı yer bildirilir—Moroni, Peygamber’e talimat vermeye devam eder. (27–54 ayetler.)
27 Yirmi-bir eylül, bin sekiz yüz yirmi üç tarihine kadar hayatımdaki sıradan işleri sürdürmeye devam ettim; bir görüm gördüğümü beyan etmeye devam ettiğim için durmadan hem dinci hem dinsiz her sınıftan insanların elinde şiddetli zulümlere katlandım.
28 Bu görümü gördüğüm zaman ile bin sekiz yüz yirmi üç yılı arasında geçen süre içerisinde –o günlere ait dini mezheplerden herhangi birisine katılmam bana yasaklandığı ve ben çok genç yaşta olduğum için ve arkadaşlarım olması gereken ve benim kandırıldığımı düşünseler bile bana karşı nazik davranması gereken ve beni geri kazanmak amacıyla uygun ve sevecen bir tavırla gayret göstermeleri gereken kişiler tarafından zulüm gördüğüm için– her türlü ayartmalara terk edildim ve toplumdaki her türlü insanların arasına karışarak, sık sık birçok saçma hataya düştüm ve gençliğin zayıflığı ile insan doğasının zaaflarını sergiledim; üzülerek söylüyorum ki, bunlar beni Tanrı’nın gözünde rahatsız edici çeşitli ayartmalara sürükledi. Bu itirafı yaparken hiç kimsenin benim büyük ya da kötü niyetli günahlar yüzünden suçlu olduğumu düşünmesine gerek yoktur. Bu tür günahları işleme eğilimi, benim doğamda asla olmamıştır. Ancak şakalaşma konusunda kabahat işlemiştim; bazen de benim çağrıldığım gibi Tanrı tarafından çağrılmış bir kişi tarafından sürdürülmesi gereken bu karakterle uyumlu olmayan şen şakrak insanlarla ve benzer kişilerle görüşmüştüm. Fakat benim gençliğimi hatırlayan ve benim doğuştan güleryüzlü mizacımı bilen birisine bu çok garip gelmeyecektir.
29 Bu şeylerin sonucu olarak, kendimi zayıflıklarım ve eksikliklerim yüzünden sık sık suçlu hissettim; derken, yukarıda bahsedilen yirmi-bir eylül akşamı, gece yatağıma yattıktan sonra, bütün günahlarımı ve aptallıklarımı affetmesi ve ayrıca O’nun huzurundaki durumumu ve yerimi bilebilmek amacıyla bana bir belirti göstermesi için kendimi Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’ya dua etmeye ve yardım dilemeye adadım; çünkü daha önce aldığım gibi, ilahi bir belirti alabileceğim konusunda kendime güvenim tamdı.
30 Tanrı’ya böyle seslenme halindeyken, odamda bir ışığın belirdiğini keşfettim; bu ışık, oda öğle vaktindeki aydınlıktan daha aydınlık oluncaya kadar artmaya devam etti; o anda ansızın yatağımın kenarında havada duran yüce bir şahsiyet göründü; çünkü ayakları yere değmiyordu.
31 Onun üzerinde son derece mükemmel bir beyazlıkta olan bol bir kaftan vardı. Bu, o zamana kadar dünyada gördüğüm her şeyin ötesinde bir beyazlıktı; dünyadaki hiçbir şeyin bu kadar çok beyaz ya da parlak görünmesinin sağlanabileceğine inanmıyorum. Elleri çıplaktı ve kolları da bileklerinin biraz üstüne kadar öyleydi; ayrıca ayakları da aynı şekilde, bacakları gibi, ayak bileklerinin biraz üstüne kadar çıplaktı. Başı ve boynu da açıktı. Üzerinde bu kaftandan başka bir giysi olmadığını fark ettim; açık olduğu için, bu yüzden onun bağrını görebiliyordum.
32 Kaftanının son derece beyaz olmasının yanı sıra, şahsın bütün görünümü de tarif edilemeyecek kadar görkemliydi ve yüzü gerçekten bir şimşek gibiydi. Oda son derece aydınlıktı, ama onun etrafını yakından saran ışık kadar çok parlak değildi. Ona ilk baktığımda korktum; ne var ki bu korku beni hemen terk etti.
33 Bana adımla seslendi ve bana kendisinin Tanrı’nın huzurundan benim için gönderilen bir haberci olduğunu ve adının Moroni olduğunu söyledi; öyle ki Tanrı’nın yapmamı istediği bir iş varmış; ve benim adım bütün uluslar, sülaleler ve diller arasında hem iyi hem de kötü olarak bilinecekmiş; yani bütün insanlar arasında adımdan hem iyi hem de kötü olarak söz edilecekmiş.
34 Bu haberci, eskiden bu kıtada yaşamış olan insanların başlarından geçenleri ve onların kökenlerinin nereden geldiğini anlatan altın levhalar üzerine yazılmış, saklı bir kitap olduğunu söyledi. Ayrıca sonsuz Sevindirici Haber’in tamamının Kurtarıcı tarafından eski yerlilere teslim edildiği gibi, bu kitabın içinde yer aldığını da söyledi.
35 Ayrıca, levhalarla beraber gümüş çerçevelere yerleştirilmiş –ve bir göğüs zırhına tutturulmuş olan bu taşlar Urim ve Tummim denilen şeyi oluşturuyordu– iki taşın saklı olduğunu ve eskiden ya da daha önceki zamanlarda bu taşlara sahip olmak ve bunları kullanmak “görenler”in oluşmasını sağlayan şeylerdi; ve Tanrı bunları kitabın tercümesini gerçekleştirmek amacıyla hazırlamıştı.
36 Bana bunları anlattıktan sonra, Eski Antlaşma’daki peygamberlikleri aktarmaya başladı. İlk önce Malaki’nin üçüncü bölümünün bir kısmını aktardı; ve aynı peygamberliğin dördüncü veya son bölümünü de bizim Kutsal Kitaplarımız’da okunduğundan biraz farklı bir şekilde aktardı. Birinci ayeti bizim kitaplarımızda okunduğu gibi aktarmak yerine, şöyle aktardı:
37 Çünkü işte, fırın gibi yanacak olan gün geliyor; ve bütün gururlular, evet ve kötülük yapanların hepsi anız gibi yanacaklar; ve gelenler onları yakacak, diyor Orduların Rabbi, öyle ki, onlara ne kök ne de dal bırakacak.
38 Ve yine, beşinci ayeti şöyle aktardı: İşte, Rab’bin büyük ve korkunç günü gelmeden önce, size Rahipliği İlya peygamberin eliyle vahiy edeceğim.
39 Bir sonraki ayeti de farklı bir şekilde aktardı: Ve o, çocukların yüreklerine atalara verilmiş olan vaatleri ekecektir ve çocukların yürekleri atalarına dönecektir. Eğer öyle olmasaydı, bütün dünya O’nun gelişinde tam bir yıkıma uğrardı.
40 Bu sözlere ek olarak, Yeşaya’nın on birinci bölümünü aktardı ve bunun yerine gelmek üzere olduğunu söyledi. Ayrıca, Elçilerin İşleri üçüncü bölümü, yirmi-ikinci ve yirmi-üçüncü ayetleri aynen Yeni Antlaşmamız’da olduğu gibi aktardı. O peygamberin Mesih olduğunu söyledi; fakat “O’nun sesini duymak istemeyenlerin halkın arasından kovulup atılması gerektiği” gün henüz gelmemişti, ama yakında gelecekti.
41 O ayrıca Yoel’in ikinci bölümünü, yirmi sekizinci ayetten sonuna kadar aktardı. Ayrıca bunun henüz yerine gelmemiş olduğunu, ancak yakında yerine geleceğini söyledi. Ve ayrıca Uluslar’ın bütünlüğünün yakında ortaya çıkacağını beyan etti. Başka birçok kutsal yazı pasajını aktardı ve burada bahsedilemeyecek birçok açıklama sundu.
42 Yine bana, sözünü etmiş olduğu bu levhaları aldıktan sonra (onların ele geçirilme zamanı henüz gelmemişti) onları hiç kimseye göstermemem gerektiğini söyledi; Urim ve Tummim’le birlikte göğüs zırhını da, sadece göstermem emredilen kişilerden başka hiç kimseye göstermemem gerekiyordu; eğer onları başkalarına gösterirsem mahvolacaktım. Haberci benimle bu levhalar hakkında konuşurken, zihnimde levhaların konulduğu yeri görebildiğim bir görüm açıldı ve o kadar açık ve net bir şekilde görebildim ki oraya gittiğimde bu yeri tekrar tanıdım.
43 Bu görüşmeden sonra, odadaki ışığın benimle konuşmakta olan bu kişinin hemen etrafında toplanmaya başladığını gördüm ve bu böyle hemen onun etrafı hariç oda tekrar karanlık kalıncaya kadar devam etti; derken, birden sanki göğe doğru açılan bir geçit gördüm ve haberci oradan yukarıya yükselip tamamen gözden kayboldu; ve oda bu ilahi ışığın görünmesinden önceki haline bırakıldı.
44 Bu gördüklerimin eşsizliğini derin derin düşünerek yatağıma uzandım ve bu olağanüstü haberci tarafından bana söylenilenler karşısında son derece hayretler içinde kalmıştım; o zaman, derin düşüncelerimin ortasında, odamın aniden tekrar aydınlanmaya başladığını fark ettim ve sanki bir anda, aynı ilahi haberci yine yatağımın başucunda durdu.
45 Haberci konuşmaya başlayıp ilk ziyareti sırasında anlattığı şeylerin tam aynısını, en küçük bir değişiklik yapmadan yeniden anlattı; bunları anlattıktan sonra, bana kıtlık, kılıç ve salgın hastalıkların neden olacağı büyük felaketlerle birlikte yeryüzüne gelecek olan büyük yargılar hakkında bilgi verdi; ve bu ağır yargılar yeryüzüne bu dönemde gelecekti. Bunları anlattıktan sonra, daha önce yaptığı gibi yine göğe yükseldi.
46 Bu ana kadar, zihnimde oluşan izlenimler o kadar derindi ki, gözlerimden uyku kaçtı ve hem gördüklerimden hem de duyduklarımdan etkilenmiş olarak şaşkın bir şekilde yatağıma uzandım. Ama aynı haberciyi yatağımın başucunda yine görünce ve onun daha önce söylediği aynı şeyleri başından itibaren yeniden anlatmaya veya tekrarlamaya başladığını duyunca, şaşkınlığım bir kat daha arttı. Ve haberci bu kez sözlerine benim için bir uyarı ekleyerek, şeytanın (babamın ailesinin muhtaç durumu nedeniyle) bu levhaları zengin olmak amacıyla almam için beni ayartmaya çalışacağını söyledi. Bu levhaları alırken düşüncelerimde Tanrı’yı yüceltmekten başka bir amacım olmaması gerektiğini ve O’nun Krallığı’nı kurmaktan başka hiçbir faktörün etkisi altında kalmamam gerektiğini söyleyerek bunu bana yasakladı; aksi takdirde, levhaları alamayacaktım.
47 Bu üçüncü ziyaretten sonra, haberci daha önce olduğu gibi yine göğe yükseldi ve ben biraz önce yaşadığım bu olayların tuhaflığını düşünerek yine derin düşüncelerle bırakılmıştım; ilahi haberci neredeyse üçüncü kez yanımdan göğe yükseldikten hemen sonra horoz öttü ve ben günün aydınlanmaya başladığını, bu yüzden görüşmelerimizin bütün gece boyunca sürmüş olması gerektiğini anladım.
48 Hemen ardından yatağımdan kalkıp her zaman olduğu gibi yapmam gereken günlük işlere başladım; ancak diğer zamanlarda olduğu gibi çalışmaya kalkıştığımda, gücümün tamamen tükendiğini, kendimin kesinlikle çalışamaz bir durumda olduğunu gördüm. Benimle birlikte çalışan babam iyi olmadığımı fark etti ve eve gitmemi söyledi. Eve gitmek niyetiyle yürümeye başladım; ancak bulunduğumuz tarladaki çitin üzerinden atlamaya çalışırken, gücüm büsbütün kesildi ve çaresiz bir şekilde yere düştüm; ve bir süre olanlardan habersiz tamamen kendimden geçmişim.
49 Hatırlayabildiğim ilk şey bana konuşan, beni adımla çağıran bir sesti. Yukarı baktım ve aynı habercinin başımın üzerinde durduğunu ve daha önce olduğu gibi onun etrafının ışıkla çevrilmiş olduğunu gördüm. O zaman haberci bana bir önceki gece anlatmış olduğu her şeyi yeniden anlattı ve bana babamın yanına gitmemi ve ona gördüğüm görümü ve aldığım emirleri anlatmamı emretti.
50 İtaat ettim; tarlada olan babamın yanına dönerek ona her şeyi anlattım. Babam bana cevap olarak, bunun Tanrı’dan olduğunu ve gidip haberci tarafından emredildiği gibi yapmamı söyledi. Tarladan ayrılıp habercinin bana levhaların saklı olduğunu söylediği yere gittim; ve bu yer hakkında gördüğüm görümün açıklığı sayesinde, oraya varır varmaz yeri tanıdım.
51 New York’un Ontario Vilayeti’ndeki, Manchester köyüne yakın bir yerde büyük bir tepe vardır ve orası bu yöredeki tepelerin en yükseğidir. Levhalar, bu tepenin batı yamacında, zirveden çok uzak olmayan bir yerde, oldukça büyük bir taşın altında, taştan bir kutu içine konulmuş duruyordu. Bu taş kalındı ve üst kısmının ortası bombeli olup kenarlara doğru inceliyordu; bu yüzden taşın orta kısmı toprağın üzerinden görünüyordu, ancak bütün kenarları toprakla kaplıydı.
52 Toprağı temizledim, elime geçirdiğim kaldıraç vazifesi gören bir çubuğu taşın kenarından altına sabitledim ve az bir gayretle taşı kaldırdım. İçeri baktım ve orada gerçekten de haberci tarafından bildirildiği gibi levhaları, Urim ile Tummim’i ve göğüs zırhını gördüm. Bunların içinde bulunduğu kutu, taşların bir çeşit çimento ile bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştu. Kutunun tabanında, kutuya çapraz olarak iki taş duruyordu ve bu taşların üzerinde levhalar ve onlarla beraber başka şeyler de duruyordu.
53 Onları dışarı çıkarmaya çalıştım, ama haberci tarafından bunu yapmam yasaklandı ve bunların çıkarılma zamanının henüz gelmediği ve o günden dört yıl sonrasına kadar gelmeyeceği konusunda bilgilendirildim; ancak bana o günden tam bir yıl sonra bu yere gelmem gerektiğini ve benimle burada buluşacağını ve levhaları alma zamanı gelinceye kadar böyle yapmaya devam etmem gerektiğini söyledi.
54 Buna göre, bana emredildiği gibi, her yılın sonunda oraya gittim ve her seferinde aynı haberciyi orada buldum ve görüşmelerimizin her birinde, ondan Rab’bin neler yapacağı ve O’nun Krallığı’nın son günlerde nasıl ve ne şekilde yönetileceği hakkında talimat ve bilgi aldım.
Joseph Smith, Emma Hale ile evlenir—Moroni’den altın levhaları alır ve bazı karakterleri çevirir—Martin Harris, Profesör Anthon’a karakterleri ve çeviriyi gösterir; o da “Ben mühürlü bir kitabı okuyamam” der. (55–65 ayetler.)
55 Babamın maddi durumu çok kısıtlı olduğu için, günlük işlerde yevmiye kazanarak ve fırsat bulduğumuzda da başka türlü işler yaparak, kendi ellerimizle çalışmak zorundaydık. Bazen evde bazen de evden uzakta kalıyorduk ve sürekli çalışarak rahat bir geçim sağlayabiliyorduk.
56 1823 yılında, babamın ailesi en büyük ağbim Alvin’in ölümüyle çok sarsıldı. 1825 yılının ekim ayında, New York Eyaleti, Chenango Vilayeti’nde yaşayan Josiah Stoal adında yaşlı bir beyefendi tarafından işe alındım. Kendisi, Pensilvanya Eyaleti’nin Susquehanna Vilayeti’ndeki Harmony’de, İspanyollar tarafından açılan bir gümüş madeni hakkında bazı şeyler duymuştu; ve onun yanında işe başlamadan önce, mümkünse bu madeni bulmak için kazılar yapmaktaydı. Onunla beraber yaşamak için yanına gittikten sonra, bu gümüş madenini kazı yaparak aramak için beni diğer işçileriyle beraber götürdü; bu giriştiğimiz işte başarı elde edemeden, yaklaşık bir ay boyunca çalışmaya devam ettim; ve en sonunda yaşlı beyefendiyi bu madeni kazıp çıkarmaktan vazgeçmeye ikna edebildim. Buradan, benim hakkımda bir servet avcısı olduğuma dair çok yaygın bir söylenti çıktı.
57 Bu şekilde çalıştığım süre boyunca, o yerde yaşayan Bay Isaac Hale’in evine yatılı kalmak üzere yerleştirildim; eşim Emma Hale’i (onun kızını) ilk kez orada gördüm. 18 Ocak 1827’de, ben hâlâ Bay Stoal’ın hizmetinde çalışıyorken evlendik.
58 Bir görüm gördüğümü açıklamaya devam ettiğim için zulümler hiç peşimi bırakmıyordu; ve eşimin babasının ailesi de evlenmemize çok fazla karşı çıkıyordu. Bu nedenle, onu başka bir yere götürmek zorunda kaldım; bu yüzden New York’un Chenango Vilayeti’nde, South Bainbridge’deki Yargıç Tarbill’in evine gittik ve orada evlendik. Evliliğimin hemen sonrasında, Bay Stoal’ın yanından ayrıldım ve babamın yanına giderek o mevsim boyunca onunla çiftçilik yaptım.
59 Sonunda levhaları, Urim ile Tummim’i ve göğüs zırhını alma zamanı gelmişti. Eylül ayının yirmi ikinci günü, bin sekiz yüz yirmi yedide, her zamanki gibi başka bir yılın sonunda bunların saklı olduğu yere gittikten sonra, aynı ilahi haberci onları bana şu emirle teslim etti: Bunlardan ben sorumlu olacaktım; eğer dikkatsizlik sonucu ya da herhangi bir ihmalkarlığım yüzünden bu şeylerin elimden gitmesine izin verirsem, Tanrı’yla olan ilişkim kesilecekti; ancak habercinin kendisi bunları almaya gelinceye kadar onları korumak için elimden gelen her şeyi yaparsam, onlar korunacaktı.
60 Çok geçmeden, bunları korumam için neden bu kadar sıkı emirler aldığımı ve elimden istenilen görevi yerine getirdikten sonra habercinin bunları almak için neden geri geleceğini söylediğini anladım. Nitekim onların bende olduğu öğrenilir öğrenilmez, onları benden almak için en büyük çabalar sarf edildi. Bu amaçla akla gelebilecek her türlü hilelere başvuruldu. Yapılan zulümler eskisinden daha acı ve şiddetli hale geldi ve bir sürü insan mümkün olduğu takdirde bunları benden almak için devamlı fırsat kolluyordu. Ancak Tanrı’nın hikmeti sayesinde, elimden istenilen görevi bu levhaları kullanarak yerine getirinceye kadar, onlar benim ellerimde güvende kaldılar. Anlaştığımız şekilde haberci onları geri almaya geldiği zaman, onları kendisine teslim ettim ve onlar bin sekiz yüz otuz sekiz yılının mayıs ayının ikinci günü olan bugüne kadar, onun sorumluluğu altındadır.
61 Ancak kışkırtmalar halen devam ediyordu ve babamın ailesi hakkında ve benim hakkımda yayılan yalanlarda sürekli olarak dedikodunun bin dilli olanı kullanılıyordu. Bunların binde birini anlatsam, ciltleri doldururdu. Bununla birlikte, zulüm o kadar dayanılmaz hale gelmişti ki, Manchester’tan ayrılmak ve eşimle birlikte Pensilvanya Eyaleti’ndeki Susquehanna Vilayeti’ne gitmek zorunda kaldım. Yolculuğumuza başlamak için hazırlanırken, –çok fakirdik ve üzerimizdeki zulüm o kadar ağırdı ki, bu fakirlikten kurtulmamız hiç mümkün değildi– sıkıntılarımızın ortasında, bize gelen ve yolculuğumuzda bize yardımcı olması için bana elli dolar veren Martin Harris adında beyefendi bir arkadaşı bulduk. Bay Harris, New York Eyaleti’ndeki, Wayne Vilayeti’nin Palmyra ilçesinde oturuyordu ve saygıdeğer bir çiftçiydi.
62 Bu tam zamanında gelen yardımla, Pensilvanya’daki gideceğim yere ulaşmam mümkün oldu; ve oraya vardıktan hemen sonra levhalardan karakterlerin kopyasını çıkarmaya başladım. Bunların önemli bir kısmının kopyasını çıkardım ve Urim ve Tummim aracılığıyla onlardan bazılarını tercüme ettim; bunu aralık ayında eşimin babasının evine vardığım zaman ve ardından gelen şubat ayı arasında yaptım.
63 Bu şubat ayında bir ara, adı geçen Bay Martin Harris evimize geldi, levhalardan kopyasını çizdiğim karakterleri aldı ve onlarla birlikte New York şehrine doğru yola çıktı. Kendisi ve karakterlerle ilgili gerçekleşen olaylar konusuna gelince, o geri döndükten sonra bana anlattığı gibi, onun hikayesinin ayrıntılarından bahsedeceğim; bu olaylar aşağıdaki gibi oldu:
64 “New York şehrine gittim ve tercümesi yapılmış olan karakterleri tercümesi ile birlikte diller konusunda başarılarıyla ünlü bir beyefendi olan Profesör Charles Anthon’a sundum. Profesör Anthon, tercümenin doğru olduğunu, daha önce gördüğü Mısırca’dan yapılmış tercümelerin hepsinden daha doğru olduğunu beyan etti. Bunun üzerine ona henüz tercüme edilmemiş olan karakterleri gösterdim ve o bunların Mısırca, Kildanice, Asurca ve Arapça olduklarını söyledi; ve o bunların gerçek karakterler olduğunu söyledi. Bana Palmyra halkına bunların gerçek karakterler olduğunu ve tercüme edilmiş olanların tercümesinin de doğru olduğunu belgeleyen bir sertifika verdi. Sertifikayı alıp cebime koydum ve tam evden çıkarken Bay Anthon beni geri çağırdı ve genç adamın onları bulduğu yerde altın levhalar olduğunu nasıl keşfettiğini sordu. Cevap olarak Tanrı’nın bir meleğinin ona bunu bildirdiğini söyledim.
65 “O sonra bana, ‘Şu sertifikaya bir bakayım’ dedi. Bu yüzden sertifikayı cebimden çıkarıp ona verdim; o zaman sertifikayı alıp paramparça etti ve artık meleklerin hizmeti diye bir şey olmadığını ve eğer levhaları kendisine getirirsem onları tercüme edeceğini söyledi. Ona levhaların bir kısmının mühürlü olduğunu ve onları getirmemin yasak olduğunu bildirdim. O da, ‘Ben mühürlü bir kitabı okuyamam’ diye cevap verdi. Ondan ayrıldım ve Profesör Anthon’ın hem karakterler hem de tercüme hakkında söylediklerini onaylayan Dr. Mitchell’e gittim.”
· · · · · · ·
Oliver Cowdery, Mormon Kitabı’nın tercümesinde yazıcı olarak hizmet eder—Joseph ve Oliver, Harun Rahipliği’ni Vaftizci Yahya’dan alır—Vaftiz olurlar, rahipliğe atanırlar ve peygamberlik ruhunu alırlar. (66–75 ayetler.)
66 1829 yılının nisan ayının 5. gününde, Oliver Cowdery evime geldi, o zamana kadar onu hiç görmemiştim. Bana, babamın yaşadığı mahallede okul öğretmenliği yaptığı için ve babamın da okula çocuklarını gönderenlerden birisi olduğu için bir dönem babamın evinde yatılı kaldığını söyledi; ve orada kalırken, ailem kendisine benim levhaları teslim almamla ilgili olayları anlatmıştı; ve bu nedenle benden bilgi almaya gelmişti.
67 Bay Cowdery’nin gelişinden iki gün sonra (7 Nisan’dı), Mormon Kitabı’nı tercüme etmeye başladım ve o benim için yazı yazmaya başladı.
· · · · · · ·
68 Bir sonraki ay (Mayıs 1829), tercüme işine hâlâ devam ederken, belli bir günde levhaların tercümesinde bahsedildiğini gördüğümüz, günahların bağışlanması için olan vaftiz hakkında dua etmek ve Rab’be soru sormak için ormana gittik. Biz böyle çaba sarfederken ve dua edip Rab’be yakarırken, gökten bir haberci bir ışık bulutunun içinde aşağı indi ve ellerini başımızın üzerine koyduktan sonra şöyle diyerek, bizi rahipliğe atadı:
69 Siz hizmetkar arkadaşlarıma, Mesih’in adıyla, meleklerin hizmetinin ve tövbenin sevindirici haberinin ve günahların bağışlanması için suya daldırılarak yapılan vaftizin anahtarlarını elinde bulunduran Harun Rahipliği’ni bahşediyorum ve bu rahiplik Levi oğulları tekrar doğrulukla Rab’be bir adak sununcaya kadar bir daha yeryüzünden asla alınmayacaktır.
70 Bu Harun Rahipliği’nin, Kutsal Ruh armağanı için elleri başın üzerine koyma yetkisine sahip olmadığını, ancak bu yetkinin bize ileride bahşedilmesi gerektiğini söyleyerek, bize gidip vaftiz olmamızı emretti ve Oliver Cowdery’yi vaftiz etmem ve ardından da onun beni vaftiz etmesi için bize talimatlar verdi.
71 Bunun üzerine gidip vaftiz olduk. Önce ben onu vaftiz ettim ve sonra o beni vaftiz etti –vaftizden sonra ellerimi onun başının üzerine koyarak onu Harun Rahipliği’ne atadım ve daha sonra da o ellerini üzerime koyarak beni aynı Rahipliğe atadı– çünkü bize böyle emredilmişti.*
72 Bu vesileyle bizi ziyaret eden ve bize bu Rahipliği bahşeden haberci, adının Yahya olduğunu, Yeni Antlaşma’da Vaftizci Yahya olarak anılan aynı kişi olduğunu ve Melkizedek Rahipliği’nin anahtarlarını ellerinde bulunduran Petrus, Yakup ve Yuhanna’nın yönetimi altında hareket ettiğini söyledi. Bu Rahipliğin zamanı geldiğinde bize bahşedileceğini ve benim Kilise’nin birinci Yaşlısı ve onun da (Oliver Cowdery) ikinci Yaşlısı olarak hizmete çağrılacağımızı söyledi. 1829 yılının mayıs ayının on beşinci günü, bu habercinin eli altında rahipliğe atandık; ve vaftiz olduk.
73 Vaftiz olduktan sonra sudan çıkar çıkmaz, Cennetteki Babamız’dan gelen büyük ve yüce nimetleri tecrübe ettik. Ben, Oliver Cowdery’yi vaftiz eder etmez, Kutsal Ruh onun üzerine indi ve o ayağa kalkarak yakında gerçekleşecek olan birçok şey hakkında peygamberlikte bulundu. Ve yine, onun tarafından vaftiz olur olmaz, ben de peygamberlik ruhuna sahip oldum ve o zaman ayağa kalkarak bu Kilise’nin yükselişi ve Kilise ile bağlantılı başka birçok konuda ve insanların çocuklarının bu kuşağı hakkında peygamberlikte bulundum. Kutsal Ruh ile dolduk ve kurtuluşumuzun Tanrısı sayesinde sevinçten coştuk.
74 Zihinlerimiz artık aydınlandığı için, kutsal yazıları anlayışımıza açık hale getirmeye başladık ve kutsal yazıların daha sır dolu pasajlarının gerçek anlamı ve niyeti, daha önce hiç elde edemediğimiz ve hiç aklımızdan geçirmediğimiz bir şekilde bize vahiyle bildirildi. Bu arada, bölgede kendini daha şimdiden gösteren zulüm ruhundan dolayı, Rahipliği almamız ve vaftiz olmamız ile ilgili durumları gizli tutmak zorunda kaldık.
75 Zaman zaman üzerimize saldırılacağına dair tehditler aldık ve bu tehditler, üstelik, dine inandıklarını iddia edenler tarafından yapılıyordu. Ve onların bize saldırma niyetleri, sadece bana iyice yakınlaşmış olan ve çetelere karşı duran ve tercüme işine ara vermeden devam etmeme izin verilmesini isteyen, eşimin babasının ailesinin (Tanrı’nın iyilik dolu elinin altında) gösterdikleri etkiyle engellendi; ve bu durum üzerine onlar ellerinden geldiği ölçüde, bizi tüm yasa dışı faaliyetlere karşı korumayı teklif ettiler ve bunu yapacaklarına söz verdiler.
-
Oliver Cowdery, bu hadiseleri şöyle anlatıyor: “Bu günler asla unutulmayacak günlerdi: Cennetten gelen bir ilhamla dikte edilen bir sesin sedası altında oturmak, benim bu bağrımda en büyük minnettarlığı uyandırdı! Gün geçtikçe, Urim ve Tummim’le ya da Nefililer’in ‘Çeviriciler’ dediği şeylerle ‘Mormon Kitabı’ adı verilen tarihin ya da kayıtların tercümesini yaparken onun ağzından yazmayı kesintisiz olarak sürdürdüm.”
“Mormon ve onun sadık oğlu Moroni’nin bir zamanlar cennet tarafından sevilen ve cennetin lütfuna ermiş olan bir halkla ilgili anlattıkları bu ilginç hikayeden birkaç kelimeyle bile bahsetmek, benim şu anki maksadımı aşacaktır; bu nedenle bunu yapmayı gelecek bir döneme erteleyeceğim ve giriş bölümünde söylediğim gibi, bu Kilise’nin yükselişiyle yakından ilişkili olan bazı olaylara daha açıkça değineceğim; bu şeyler ki, yobazların çatık kaşları ve ikiyüzlülerin iftiraları arasında, ileri doğru adım atan ve Mesih’in Sevindirici Haberi’ni kucaklayan binlerce insan için keyifli olabilir.”
“Aklı başında olan hiç kimse, Kurtarıcı’nın ağzından Nefililer’e verilen bu talimatları, insanların O’nun Kilisesi’ni tam olarak nasıl kurup geliştirmeleri gerektiği konusunda ve özellikle de yolsuzlukların insanlar arasında uygulanan tüm sınıflar ve sistemler üzerinde bir belirsizlik yaymış olduğu bir zamanda, ‘İsa Mesih’in dirilişi sayesinde temiz bir vicdan sahibi’ olmak için sıvı bir mezara gömülerek yüreğin istekliliğini gösterme ayrıcalığını arzu etmeden tercüme edemez ve yazamazdı.”
“Kurtarıcı’nın bu kıta üzerinde Yakup’un soyundan geri kalanlar için olan hizmeti hakkında emir verilen bu kayıtları yazdıktan sonra, peygamberin ileride olacağını söylediği gibi, karanlığın yeryüzünü kapladığı ve zifiri karanlığın da insanların zihinlerini kapladığı kolayca görülüyordu. Bu konuyu daha derin düşündüğümüzde, dinle ilgili büyük çatışmalar ve gürültülerin arasında, hiç kimsenin Sevindirici Haber’in kutsal törenlerini uygulamak için Tanrı’dan yetkiye sahip olmadığının görülmesi o kadar kolaydı. Çünkü şu soru sorulabilir: Mesih hakkında tanıklığın peygamberlik ruhundan daha az olmadığı ve O’nun dininin doğrudan vahiylerle temellendirildiği, inşa edildiği ve desteklendiği zamanlarda, O’nun dünyanın her çağında yeryüzünde bir halkı olduğu günlerde, vahiyleri inkar eden insanların Mesih’in adıyla yönetme yetkisi var mıdır? Eğer bu gerçekler, bir kez insanların yüzlerinde parlamasına izin verildiği takdirde, hileleri keşfedilme tehlikesi içinde olacak olan insanlar tarafından gömülmüş ve dikkatlice gizlenmişse, bunlar artık bizim için gömülü değildi; ve biz sadece ‘Kalkın ve vaftiz olun’ emrinin verilmesini bekliyorduk.”
“Bu emrin gerçekleşmesi için duyduğumuz istek çok uzun sürmedi. Merhamette zengin olan ve alçakgönüllü insanların istikrarlı dualarına her zaman cevap vermeye istekli olan Rab, O’nu gayretle çağırdıktan sonra, insanların evlerinden uzak bir yerde, bize lütfederek iradesini gösterdi. Ansızın, sanki sonsuzluğun ortasından, perde aralanırken ve Tanrı’nın meleği yücelikle kuşanmış olarak aşağı gelip dört gözle beklenen mesajı ve tövbenin Sevindirici Haberi’nin anahtarlarını teslim ederken, Fidye ile Kurtarıcı’nın sesi bize huzurlu sözler söyledi. Ne kadar büyük bir sevinç, ne kadar harika duygular, ne kadar büyük bir şaşkınlık hissettik! Bütün dünya bunalmışken ve kafası karışmışken –milyonlarca kişi körler gibi duvarları el yordamıyla ararken ve bütün insanlar genel bir kitle olarak belirsizliğe yaslanırken– gözlerimiz ‘günün parlak ışığında’ olduğu gibi gördü, kulaklarımız işitti; evet, daha da fazlasını; mayıs ayının güneş ışınının parıltısından daha parlak bir ışığı ki, bu ışık daha sonra parlaklığını doğanın yüzüne saçtı! Sonra onun sesi, yumuşak olmasına rağmen, yüreklerimizin derinliklerine saplandı ve ‘Ben sizin hizmetkar arkadaşınızım’ sözleri her korkuyu dağıttı. Dinledik, baktık, hayran kaldık! Bu yücelerden gelen bir meleğin sesiydi, En Yüce Olan’dan bir mesajdı! Ve bunları işittiğimiz zaman sevinçten uçtuk, O’nun sevgisi ruhlarımızı tutuştururken ve Her Şeye Gücü Yeten’in görümüne sarılmışken! Şüphe için nerede yer vardı? Hiçbir yerde! Kurgu ve aldatmaca sonsuza dek kaçıp giderken, belirsizlik uçup gitmişti, kuşkular ise bir daha yükselmemek üzere batmıştı.”
“Ama sevgili kardeşim, Kutsal Rahipliği meleğin elinin altında aldığımız zaman, melek ‘Siz hizmetkar arkadaşlarıma, Mesih’in adıyla, Levi Oğulları’nın hâlâ doğrulukla Rab’be bir adak sunabilmeleri için yeryüzünde kalacak olan bu Rahipliği ve bu yetkiyi bahşediyorum’ diye söylediğinde, ne kadar büyük bir sevincin kalplerimizi doldurduğunu ve ne kadar büyük bir şaşkınlıkla eğilmiş olmamız gerektiğini (kim böyle bir nimet için diz çökmezdi ki?) düşün, bir an için biraz daha düşün!”
“Bu vesileyle, size bu kalbin duygularını ve etrafımızı saran muhteşem güzelliği ve yüceliği resmetmeye çalışmayacağım, ama yeryüzünün ve zamanın etkili konuşma sanatı ile insanların, bu kutsal yüce şahsiyet kadar ilginç ve yüce bir tarzda dili ifade etmeye başlayamayacağını söylediğimde bana inanacaksınız. Hayır, bu dünyanın bu sevinci verme, bu huzuru ihsan etme ya da Kutsal Ruh’un gücü tarafından teslim edildikleri gibi her cümlenin içerdiği bilgeliği kavrama gücü yoktur! İnsan kendi insan-kardeşlerini kandırabilir, kandırma kandırmayı takip edebilir ve kötü olanın çocukları, aptalları ve cahilleri baştan çıkarma gücüne sahip olabilir; ta ki kurgudan başka hiçbir şey birçok insanı besleyene ve yalanın meyveleri fırıldak insanları kendi akıntısında mezara taşıyana kadar; ama O’nun sevgisinin parmağıyla tek bir dokunuş, evet, yukarı dünyadan gelen yüceliğin bir ışını veya Kurtarıcı’nın ağzından, sonsuzluğun bağrından çıkan tek bir kelime, bütün kandırmacaları önemsizliğin içine saplar ve bunları sonsuza kadar zihinlerden siler. Bir meleğin huzurunda olduğumuza dair güvence, İsa’nın sesini duyduğumuza dair kesinlik ve Tanrı’nın iradesiyle dikte edilmiş olan, kusursuz yüce bir şahsiyetten akıp gelen bu lekesiz gerçeği duymak, benim için kelimelerle ifade edilemez ve hayatta kalmama izin verildiği sürece, Kurtarıcı’nın iyiliğinin bu ifadesini her zaman hayret ve minnettarlıkla hatırlayacağım; ve mükemmelliğin yaşadığı ve günahın asla gelmediği o konaklarda, hiç bitmeyecek olan o günde ibadet etmeyi umuyorum.”—Messenger and Advocate, cilt 1 (Ekim 1834), s. 14–16.